22 Ağustos 2012 Çarşamba

güvenmek


Yaz bitiminde bir noel filmi izledim. Amerikan tarzı, mutlu sonla biten 87 dakikalık sıradan bir filmdi işte. Aileyi, beraberliği, aşkı anlatan; yalnızlığı yeren bir film. Belki de çöpe atılan bir 87 dakikaydı ki zaten filmden dolayı yazmıyorum bu satırları. Film bitti, ben diyetimi filmi bahane edip bozdum, bayramdan kalan çikolatalardan, tatlıdan ve börekten yedim coca cola zero eşliğinde. Sonra balkona çıktım. Saat 12 falandı ve sabah serinliği yerini sıcağa bırakmıştı çoktan. Sokağı izledim. Karşı binadan bir çift çıktı. Adamın elinde bir bavul sırtında ufak bir çanta vardı. Kadın adamın elinden tutuyordu. Kaldırımın ucuna geldiler, taksi düğmesine basıp beklemeye başladılar. Yüzleri çok net görünmüyordu ama hüzün havası vardı, ben dördüncü kattan bunu farkedebildim en azından. Sarıldılar, öpüştüler, bir şeyler konuştular. Sonra taksi geldi. Taksici indi adamın bavullarını bagaja yerleştirdi. Adam hemen binmedi taksiye. Tekrar kadına sarıldı, belki 1 dakika boyunca hiç durmadan öpüştüler. Sonra adam da taksiye bindi. Bir sürede açık camdan bir şeyler konuştular, sonra taksi gitti. Kadın el salladı arkasından. Taksi gözden kayboldu kadın hala kaldırımın kenarında bekliyordu. Değişik bir sahneydi, film izler gibi izledim duygulandım, kafamdan senaryolar yazdım. Bayram tatilinde kavuşup iş yüzünden ayrılan bir çift düşündüm. Üzüldüm. Ama bir gariplik vardı kadın hala dışarda bekliyordu. Kaldırımın köşesinde yaklaşık on dakika bekledi. Sonra siyah bir opel geldi, az önce taksinin durakladığı yere park etti. İçinden başka bir adam indi. Kadına sarıldı. Öpüştüler! Bu adamın da elinde bir bavul vardı ve el ele tekrar apartmana girdiler. Kendimi kandırılmış hissettim ben, evet karşı apartmanın dördüncü katının balkonunda etrafı dikizleyen ben, dış kapının dış mandalı ben, az önce sevgiyi, birlikteliği bağlılığı anlatan yapış yapış bir amerikan filmi izlemiş olan ben, kendimi kandırılmış hissettim.
İnsanlara güvenmiyorum demiştim bundan iki yada üç yazı önce. İnsanların samimiyetine güvenmiyorum demiştim. Ne kadar haklıymışım.
Hiç tanımadığım bir kadın bile beni hayal kırıklığına uğratabiliyorken, insanlara güvenmek intahar etmek gibi bir şey olurdu herhalde.

Nilgün

9 Ağustos 2012 Perşembe

bugün


Kalbini gördüğüm gün diye bir film varmış. Konusunu bilmiyorum, yerli mi, yabancı mı, türü ne, hiç bir fikrim yok. Adı güzel.

---

Ruhumu şu meşhur dipsiz kuyularımdan birine yolladım bu gece, uzun bir zamandan sonra ilk defa. Bedenimdeyken çekebildiği acı ona yetmez çünkü biliyorum. Neyse, o orada oyalanadursun, ben şu aklımla iki düşüneyim diye yazmaya oturdum.

---

İnsanların kuralları vardır.
İnsanların yürekleri vardır.
Bazen kurallarını çiğnememeyi değil yüreklerini devasa acılara sokmamayı seçerler o insanlar.

---

Böyle gecelerde gözlerim yüzlerce defa sokağın başladığı yerden ufka, ufuktan sokağın başlangıcına gider. Gider, gelir, gider, gelir, gider.. Yarı aralık duran penceremden eser rüzgar hafif hafif. Bazen durur. Sonra yine eser, eser, eser.. Vakit, gecenin bi yarısı dedikleri türdendir hep. Ben ne söylersem, ne yazarsam yazayım, faydasızdır. Ey mahzun gönül derim içimden, derin bir nefes çeker bırakırım usul usul. Bir an gelir, el ayak iyice çekilir, rüzgar kesilir. Gel, o zaman sarı ışıklarla bezenmiş o caddeyi dinle: Bak neler söyler.

Anda bir hal vardır ki, ancak değişirse tamam olur.

Nilgün.

4 Ağustos 2012 Cumartesi

fikirlerim savruldu

Anlayamadığım durumlar var.

Kişiliklerin bölünme sınırı nedir mesela? Hani limit sevgi sonsuza giderken, kişilik bölünmesi neye yaklaşır? Limiti var mıdır ya da bu durumların? Matematik bu soruları neden çözemez? Düz mantıkla haklı çıktığını sanan beyinler aslında neyin peşinler? Gözyaşları gücü mü yoksa güçsüzlüğü mü yansıtır? Hayatta hakkaten kesin kurallar var mıdır? Gerçek olan hangisi, bir saat öncesi mi yoksa sonrası mı?

Her olay unutulabilir ama hissettirdikleri asla.

Ben insanların samimiyetine güvenmiyorum. Birbirlerine yapabildiklerine inanamıyorum. Daha da önemlisi kendilerine yapabildiklerini gördükçe hayretler içinde kalıyorum.

Fikirlerim savruluyor, üzülüyorum.

Nilgün

1 Ağustos 2012 Çarşamba

boşver

Ne yaptığım, neden yaptığım o kadar da önemli değil. Zaman bizi bir yerlere taşıyor. Biz sadece debelenip duruyoruz o yolculukta. Değiştirebildiklerimiz koskoca evrende sadece bir kelebeğin kanadı kadar yer kaplıyor. Ki çoğu zaman o değişikliği bile yapamıyoruz. Sonra da başarısız olduk sanıyoruz. Kaderci değilim. Sadece '>>' bu işaretin anlamını gerçek manada kavramış biriyim. Evet, bazı şeyler çok büyük; bazı nesneler, bazı kavramlar hem boyumuzu hem de düşünebilme yetimizi fazlasıyla aşıyor. Bu yüzden de çabuk vazgeçiyoruz düşünmekten, sıkılıyoruz. Gündelik sıkıntılara çeviriyoruz tekrar zihnimizi. Oyalanıyoruz ve yine aynı kapıya çıkıyor 'sonuç' denilen şey; debeleniyoruz zamanın açtığı yolda ilerlerken. Ne yapalım, her şeye boş mu verelim? Bilmem. İstiyorsanız boşverin. Ben boşverebildiğim kadar boşveriyorum, kendi adıma. Sıkıntıya değmiyor bir kelebek kanadı üzerindeyken, hayatlar pamuk ipliğine bağlıyken, düzensizliğin düzeni hüküm sürerken, vs vs vs .. Bilindik kalıplar bunlar, uzatmaya lüzum yok. Boşverelim gitsin.