10 Nisan 2012 Salı

ta ki..


Her şeye anlam veren şey zamandır. Gerektiğinde hızlandırıp, bazen de yavaşlatabilseydik eğer, hayat eşsiz olabilirdi. Günler geçtikçe insan her şeye alışıyor. Bazıları bunu yaşadığı acılarla öğreniyor, bazıları devasa mutluluklar içindeyken.
Ben öğrendiğimde çocuktum, hala çocuğum ve hala öğreniyorum. Bu günler ilerde bana soluk ve cızırtılı eski filmler gibi gelebilir, ama bu eskilik sonradan olmayacaktır, çünkü zaten üzerime yapışık.

Koca koca insanların ‘kocaman minik’ çocuklukları vardır. Çoğu zaman ayıplanır.  Hayalperestlik sırt çevrilen özellikler arasına girer yaşlar büyüdükçe. ‘Rüya görüyorsun’ diyerek aşağılanır bellekler. Çok az insan başarabilse de hayatın içinde rüyayı yaşamayı, kalpte küçük şımarık bir kız taşımak suç değil. Hem zaten insanların bir gün büyüyüp düşlerini unuttukları ve artık onları çocuklara ait şeyler sandığı bir dünya hiç de yaşamaya değer bir yer olmazdı. Bu yüzden de bu kadar çok yıkımla doludur ya hayatlarımız.

Bizler unuturuz. Başa sararız, sona alırız, diz çökeriz, göz karartırız, güçlü oluruz, güçsüz oluruz, her rol oturur üzerimize biz giyindikçe. Hiddet arttıkça, birden bire üzerimize çöker dehşetli bir yalnızlık korkusu... Aldıklarımızdan feragat edebildiğimiz ölçüde güçlü ve özgür olduğumuzu sanırız ama aslında asıl galip sadece mağluptur. Çünkü seçimi yapan o değildir. Böyle böyle birikirken galip-mağlup raporları belleğin tozlu raflarında; zaman gelip geçer ve biz alkışlarla ya da yüz kızarıklığıyla hatırlayıp, hatırladıkça da unuturuz aslında. Ta ki, bu hayatın içinde gizlenmiş, günün birinde karşımıza çıkacak birine, (maskelerimizi değil, kalplerimizi hisseden, aşağılayarak değil anlayarak ruhunu yüceltebilen birine), anlatılmak üzere başa sarılana dek..

Nilgün

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder