Bir orman bir insandan
daha yavaş ölür. Yok olması yıllar sürebilir fakat yok olduğunda sonsuza kadar
yok demektir. Üstelik onunla birlikte tüm yaşam formları da ölür. Becerebilenler
kaçar, beceremeyenler ormanın kaderini paylaşır. Orman için hızlı ölüm
yangındır. İçinde çok fazla taş
barındırırsa orman, kolay kolay yanmaz. Ne
zamanki yeşilin tüm güzelliğini dünyanın binbir türlü rengiyle yarıştıracak
kadar canlı, içinden geçenlere yaşam enerjisi
yükleyebilecek kadar dinç olur orman; işte o zaman ufacık bir kıvılcımla
alev alev yanar gider. İnsan gibi. Enerjisinii, dinçliğini, güzelliklerini,
ruhunu ömrüyle kıyaslanmayacak kadar kısa bir zaman diliminde alevlere teslim
eder. Taşlaşmayı küllerinden doğmak zannedip, yeşilinden vazgeçer.
Bazen rüyalarımda çamların alev aldığını görüyorum. Her bir
çam bir alev dilimi oluyor. Daha dikkatli bakınca bunların çam değil insan
olduklarını görüyorum. Her biri tek bir çığlık atmadan yanıyor. Ağaçların altında
dolaşıyorum ve bunlar alev değil kor renkli kelebekler deyip duruyorum.
Bir yanda taşlaşıp çirkinleşek orman, diğer yanda kordan
kelebekler. Hangisi gerçek bu rüyada. Dinç ve duru ormanın taşlaşması mı, yoksa
bu alevlerin içinde uçuşan kelebekler mi?
Ormanın bilinci yok, insanın var. Bilinci olmayan ormanı yakan kıvılcımı insan
yaratmaz mı? Bunun adı nefret olabilir ancak. Çamları, kozalakları, çiçekleri,
kızıl karıncaları, uğur böceklerini; yani huzuru ateşe veren nefrettir. Onun sonuçlarını sıralayabilirsin fakat asla
tanımlayamazsın
çünkü o yakar ve taşlaştırır.
çünkü insan yer, ürer ve kendi geleceğini öldürür.
Nilgün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder