Uzay... Uçsuz bucaksız bir boşluk mu?
Yoksa içinde bilinmeyenleri barındıran, keşfedilmeyi bekleyen bir derya mı?
Belki de çok daha yakın olanlardan başlamamız gerek sorgulamaya. Evimiz olan
Dünya hakkında ne kadar bilgiye sahibiz? Kimler yaşadı yeryüzünde. Neler
keşfetti? Bize hangi bilinmezin kapılarını açmaya çalıştılar? Antik kalıntılar,
piramitler bize bir mesaj mı veriyor? Farketmeden geçen zamanın içinde
felaketimize mi yürüyoruz? Adını bile telaffuz ederken zorlandığımız adı farklı
kaderi aynı ülkeler asırlardır bombalanırken, insanlar obezitenin pençesine
girmeye zorlanırken, bin türlü siyasi düzenbazlığın içinde, algılarımız farklı
tuzaklarla yönetilirken, bizler aslında
nelerle uğraşmalıyız ve nelerle uğraşıyoruz? Bunlar benim aklımdaki soruların
sadece bir kısmı.
Yeryüzünden 180 km yukarıdan dünyaya
serbest düşüş deneyleri yapılıyor. Etrafımızda dolanan bir sürü uydu var.
Makineler, uzay araçları atmosferin korumasının dışındaki kozmik tehlikelere
meydan okuyor ve uzayda geziniyorlar. Voyager güneş sisteminin dışına çıkıyor.
Oysaki 5 milyar yıl önce yoktuk. Dünyamız da yoktu. Toz bulutlarından bugüne
geldik. Oksijenle nefes alıyoruz. Kemiklerimizde kalsiyum var. Bir sürü
mineral, su her sey bizim için ve varız. Peki 5 milyar yıl sonra da olacak
mıyız? Hatta o kadar vaktimiz var mı? Yoksa ne yapacağız? Nereye gideceğiz?
Gidebilecek miyiz?
Filmlerde büyük göktaşları dünyaya
yaklaşıyor ve yaşamımızı tehdit ediyor. Vuruyoruz ve kurtuluyoruz. Dünyanın
çekirdeği deprem deneyleri yüzünden manyetik alanın bozulmasına yol açacak
davranışlar sergiliyor. Çekirdeğe iniyoruz bombardıman yapıyoruz. Doğal dönüşü
sağlıyor dünyayı bir kez daha kurtarıyoruz. Sonra filmlerin konuları uzaylı
istilalarına doğru kaymaya başlıyor. Kendi gezegenlerini tüketen uzaylılar
gezegenimizi almaya çalışıyorlar, savaşıyoruz, kurtuluyoruz. Peki biz
gezegenimizi tüketirsek ne olacak? Sonra yapımcılar filmlerinin konularını
dünyadan gitmek üzerine kurmaya başlıyor.
Yeni gezegenler bulmak, insanlar için. Gitmezsek aç kalacağız, gitmezsek
kavrulacağız, gitmezsek sular altında kalıp boğulacağız. Filmler bize yok
oluşumuzu göstermezler. Solucan delikleri vardır, ileri teknolojiler vardır,
cesur astronotlar, bilim adamları vardır. Çok fazla zorlukla karşılaşırlar ama
başarırlar. İnsanlığı bir kez daha kurtarırız ve içimiz rahatlar.
Başlangıcını yaşama dair endişe veren
gerçek öngörülerden alan bu filmlerin sonu mutlu. Bizlerin ve bizden kuşaklar
sonrasının çok da dert edinmesini gerektirmeyecek kadar uzun zamanlardan
bahsediliyor bu öngörülerde. Rahatız. Onlar düşünsün diyoruz. :) Ama merak
etmeden de duramıyoruz. Gerçekten yapılabilir mi? Bir yandan bu dünyada
kalabilme süremizi uzatıp, bir yandan da gidebilmenin yollarını ararken
insanoğlu başarılı olabilir mi gerçekten?
Bu da benim sorum. :)
Nilgün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder