İnsan neden sever?
Kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Sanıldığının
aksine kendi kendine olan bir şey de değil. Bile isteye neden seviyoruz
böyle dünyalar kadar?
Kendimizi unutuyoruz,
fedakarlık halkaları uç uca ekleniyor zincir oluyor, akılda, fikirde,
gönülde sadece bir isim yankılanıp duruyor. Orada parmağını kapıya
çarpsa burada içimiz yanıyor hani.
Hastalıklı
platonikleri konunun dışına alınca, şu sonuca varıyorum. Seviyoruz çünkü
sevildiğinde sevmek güzeldir. Sevilme ihtimali bile yeter çoğu zaman
kalbimizin küt küt atması için.
Zaten bir
kadın ya da bi adam seni mutlu etmeye çalışıyorsa, gül diye şekilden
şekile giriyorsa, üzülme diye sabaha kadar seni dinleyip teselli bulmanı
sağlamaya çalışıyorsa, sırf için rahat etsin diye asla yapmayacağı
şeyleri kabul edip yapıyorsa ve bunları daha sen istemeden kendi
kendine bile isteye gerçekleştiriyorsa, hayallerine seni katıyor ve
senin hayallerine dahil olmaktan çekinmiyorsa (ne kadar çocukça olursa
olsun), içindeki o kocaman meraka rağmen sen söylemeden sormuyorsa, sık boğaz etmiyorsa, seni olduğun gibi kendine katmaksa tek hayali; o adam
ya da o kadın senin bu hayatta mutluluğa erişebilmen için karşına
çıkacak nadir şanslarındandır. Bunların hiç birini yapmak zorunda
değildir, ama yapar. Bazen istersin yapar, bazen kendisi sezer, yapar.
Karşılık beklemez, koşulları yoktur, gerekirse taviz de verir ve bunu
başına kakmaz ömrünün sonuna dek. O sadece sever. Bu şans değildir de
nedir?
Yaradılışdan kodumuza yerleşmiş bir
içgüdüdür aslında sevgi. Ya da yaşamamız için edindiğimiz bir içgüdü. Bütün
insanlar en az bir kere gerçekten sever, ama çoğu yalın sevgiyle eşya
gibi edinmeyi birbirine karıştırır. Bir anne çocuğunu sever ya hani. Ama
sonra onu eşya gibi görür, eşyanın tabiyatıyla insan olmanın tabiyatını
birbirine karıştırır. Sonra özünde sevgiden gelen davranışları zaman
içinde çocuğuna zarar verir. Öyle bir zaman gelir ki çok sevdiği çocuğu
ondan uzak kalmayı seçer. O annenin yaptığı sevgi hatasını çoğu insan
sevgilisine, eşine yaptığı ve o sevgililer, eşler kendilerini pamuklara
sarmalanmış değil de zincirlere vurulmuş hissedip işkence gibi gördüğü
için sevginin sonuçlarını, şimdi moda olan kaçmak olmadı mı zaten? :) Moda olan korkmak olmadı mı? :) Tüketimin kucağına doğmuş bebeklerdik
biz. Bize herşeyi yağmalamayı öğrettiler. Öyle bir toplumda büyüdük.
Dostlukları sömürdük, aşkı sömürdük, aileyi sömürdük. Biz derken, bizim
kuşağın büyük bir kesimi. Hep yok ettik. Bitirdik. Bütün bu yakıcı
yıkıcı yaklaşımların beşiğinde sevginin yanlış uygulanmaması tüketilmemesi
gibi bir ihtimal var mıydı gerçekten?
****
...
(bir yazımdan, bir parça)
Sana
sarıldığımda, dün, şimdi ben de korkmaya başladım dedim ya: korkmuyorum.
Korkmamaya karar verdim tekrar. Ne sen beni, ne ben seni hapsetmeyeceğiz
çünkü. Biz tüketen değil, sömürülen olmuşuz bugüne dek duygusal
anlamda. Ezilmemişiz; dik durmuşuz, güçlü durmuşuz ama bizim içimizdeki
vicdanımızdan gelen o duyguları sömürmüşler çok. Bu yüzden korkmuyorum
işte. Ben seni sömürmeyeceğim. Prangalar geçirip ruhuna,
zincirlemeyeceğim ücra köşelere. İçinden gelerek, sevdiğin için yaptığın
hiç bir güzellik zaman içinde görev olup üzerine ağırlık çökertmeyecek.
Ve biliyorum sen de bana yapmayacaksın. Ne sen benim, ne de ben senin
hapishanen olmayacağım, olmayacaksın. Yan yana durduğumuz herhangi bir beş dakika herhangi birimizin ruhuna zindan olmayacak hiç bir zaman. Biz
birbirimizin ruhunun gökyüzünde olduğumuz gibi uçan özgür martılar
olacağız. Bazen çok yüksekten, bazen denizin yüzünden uçacağız, keyfimiz
nasıl isterse.
...
****
Neden biliyormusunuz? Çünkü
sevgi aslında böyle bir şeydir. :) Yalnızken uçamadığın gökyüzlerine taşır
sevgi seni. Beraber özgür olmaktır yani. Beraber uçmaktır. Yalnız uçan
martıyı kafese kapatmak değil.
Seni seviyorum diyip gülüyoruz ya bir çift güzel göze. O dediğimiz cümledeki sevgi böyle bir sevgi olsun işte...
Nilgün.