17 Mart 2014 Pazartesi

o kadın

          Bir kadının içinde ne olur? Eline boş bir kağıt alsa ne yazar bir kadın? Neden diye sorar mı mesela? Neyin nedenini sorar? Neden midir sorması gereken ilk soru? Neden 'olması gereken' diye bir kavram var? (Kadın ilk sorusunu sordu.) Olmak ve gerekmek. Derinine inmeye çalışsa taban tabana zıt bu iki kelimenin bir araya gelişinden rahatsızlık duyması, rahatsızlık verecek bir davranış olur mu? Olmak ve gerekmek... Olması gereken...
          Nedir bu kurallar silsilesi? Neden var? (İkinci sorusunu sordu kadın.) Bunalımlı değil. Basit değil. Karmaşık değil. Meraklı değil. Züppe değil. Ahlaksız değil. Sıfatsız da değil. 'hiçbir şey değil' , hiç değil. Tek başına kalabalık ve 'gereken' olmayan bir yerde  (belki gereksiz bir yer de denilebilir) oturan bir kadın. Tek başına dediğime aldırmayın. Yalnız da değil. Düşünen ve tek başına bir kadın. Bu tek başına ve yalnız omayan ve düşünen kadın hiç durmadan yazıyor. Kimsenin elinde kalem yok. Onun elinde var. Kimse tek başına değil. O tek başına. Kimse düşünüyor görünmüyor. O düşünüyor. Neden? (Üçüncü sorusunu sordu kadın.)
          Neden diye sorunca düşünüyor mu oluyor insan? 'Olması gereken' varsayım bu mu? Hadi geçelim neden sorusunu. 'Üç' sınırının olması gereken sınır varsayıldığından değil. Sadece öyle istediğinden. Her neden sorusuna verilebilir değil mi bu cevap? Öyle olmasını istediğinden... Neden'i geçtik diyelim. Sonra ne sormalı bu kadın? Herkesin yemek yediği bir yerde, saçma sapan sohbetler içinde kendilerini ispat çabasıyla debelenirken birileri, bu kadın tekbaşına burada yazarak ne yapmaya çalışıyor? Bu kadar kalabalık mı onun kafası da? Burası kadar kalabalık mı? Bilmiyorum.
          Samimi bir cevap mı 'bilmiyorum'? Baştan savma mı yoksa? İnsan kendini başından savabilir mi? Hem de her gün, hem de her an. Kıvılcım neredeyse çıkacakken hem de, öyle bir başından savar ki insan kendini; yılların emeğini gözünü kırpmadan yakar gibi, en değerlisini yırtıp atar gibi; kendini de kendi başından savar insan. Peki ya kadın? Bu kadın bilmiyorum diyerek insana yordanan bu tavrı mı takındı? Yoksa gerçekten bilmiyor muydu?
          Esen rüzgarın soğuğundan şikayet edip, ensesini yakan güneşe küfreden bir canlı olmak insanların her türü gibi kadının da zayıflığı. Ne istediğini bilmemek; ama durmaksızın, sınır tanımadan istemek. Hep istemek. Bitmek tükenmek bilmeksizin istemek. Sonra vazgeçmek. Sonra şikayet etmek. Yetinmemek. Küçük gördüğünü sonuna kadar küçük görmek. 'Büyük' gördüğünü küçültmeyi arzulayarak yükselmeyi istemek. Yükselemeyişini kabul etmemek. Mantıklı olan ne varsa reddetmek. Nefret ettiğim insan mı yoksa bu tür insan mı bilmiyorum. Bilmediğimden değil, başımdan savdığımdan; yok saydığımdan diyorum şimdi:
          Bilmiyorum.
          Bir defa olsun, sadece bir kereliğine başından savmasaydı, bilseydi, görebilseydi; ne söylerdi?
Biliyorum. Ne söyleyeceğini biliyorum. Fakat öyle bencilim ki, sadece ben bileyim istiyorum. Söylemiyorum.
        Hey kadın! Yalan söylüyorsun. Sen korkuyorsun. Sen söylemekten; kendini açarsın diye, seni bilirler diye, savaşmak istemezsin diye korkuyorsun. Korkak kadın. Nasıl da yakıştırdınız bu iki kelimeyi birbirine. Korkak ve kadın. İnanın. Hadi inanın. İşinize gelir.
          Siz öyle sanın.



          Nilgün.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder